KÖY ENSTİTÜLERİ IŞIĞINDA…  
Köy Enstitüleri resmi kuruluş tarihinin üzerinden 78, kapatılışının üzerinden 64 yıl geçti… Köprülerin üzerinden çok sular aktı, dünya ve ülkemiz değişti… Köy Enstitüleri, kendi kuruluş felsefesine uygun bir biçimde ancak altı yıl kadar çalışabilmişti. Aradan geçen onca zamana karşın bugün yine Köy Enstitüleri’ni konuşuyoruz. Burada regressif ve romantik bir geriye saplanma, sığınma duygusallığından söz edenler yanılıyor. Köy Enstitüleri üzerine konuşmak ve günümüz kültür eğitim politikalarında o deneyimden felsefi bir temel olarak yararlanmak, bu konuyu tartışmak nesnel bir gereklilik içermektedir… Cumhuriyet tarihini araştırdığımızda UNESCO tarafından dün dünyanın gelişmekte olan ülkelerine örnek eğitim modeli olarak önerilmiş Köy Enstitüsü gerçeği içinde bugünlere taşınabilecek birçok ipucu, birçok ışıltı bulunabileceği inancındayız. 1924 yılında Anadolu’daki eğitim sorununa bir çözüm arama çalışmaları içinde Türkiye’ye çağrılmış John Dewey, 1946 yılında Le Monde dergisinde yazdığı bir yazıda “Hayalimdeki okullar Türkiye’de kuruldu,” demişti. Bazıları tarafından yanlış bilindiği gibi, Köy Enstitüleri Dewey raporu ile kurulmadı, onun verdiği rapor bu konuda temel olmadı. Köy Enstitüleri bize özgü, yüzde yüz yerli kurumlardı. Köy Enstitüleri Anadolu halk kültürü temelinden hareketle evrensel kültürü kucaklamayı başarmış, özgün bir modeldi. Köy Enstitüleri, Cumhuriyet tarihimizin övünç kaynağıdır, yarım kalmış Anadolu Rönesansı’nın çeliğe su vermiş okullarıdır… Köy Enstitüleri kurucu felsefesi iyi anlaşılmalı ve o okulların çalışma ilkeleri günümüz koşullarında bir kez daha tartışmaya açılmalı, hayatla buluşturulmalıdır. Bugün halkının %80’den çoğu şehirlerde yaşayan ülkemizin eğitim ve kültür politikalarında Köy Enstitülerini birebir taklit etmek niyetinde değiliz…  Köy Enstitüsü deneyimi, öncelikle, günümüzün ezberci, öğrenciyi kafası doldurulacak bir nesne sayan, itaatkâr, sorgulamayan kuşaklar yetiştirmeyi hedefleyen eğitim anlayışına karşı, üretim için eğitimi önceleyen, iş içinde, yaparak ve yaşayarak öğrenmeyi yeğleyen, öğrenciyi eğitim sürecinin özgür ve etkin bir parçası olarak gören, öğrenciye de söz ve katılım hakkı veren bir eğitimi öngörmektedir.   Tüm eğitim süreci boyunca ardı arkası kesilmeyen sınavlarda çocuklarımızı ve gençlerimizi yarıştırmaya kalkan, iyileri, başarılı olacakları seçip kapitalist piyasaya beyaz yakalı emir kulları olarak yerleştiren, geri kalanları da ne haliniz varsa görün diyerek iş ve üretim kapılarını kapatarak dışarı atan bir eğitim sistemi yerine, tüm genç kuşakları bir arada, barışçı, dayanışmacı ve paylaşımcı bir anlayışla, genç bireyin yetenek ve özgür seçimiyle belirleyeceği bir eğitim süreci içinde birlikte yol almaya yönelten bir eğitim sisteminden yana olmalıyız.   Eğitim politikalarının ana ilkeleri, ülkenin ekonomi ve üretim kaynaklarını göz önünde bulundurularak, 1950li yıllardan itibaren başlamış Batı’yla bütünleşerek tarım ve hayvancılığı geri planda tutan, ülkeyi gelişmiş emperyalist devletlere ve tekellere sömürü alanı durumuna getirmiş yönetim anlayışından kurtarılarak Anadolu’nun kaynaklarını önemseyen, doğal kaynaklarını koruyup geliştiren, tarım ve hayvancılığı önceleyerek tarımda teknolojiyi, üretici örgütlenmesini ve özdenetimi ön planda tutan bir anlayışla yeniden ele alınmalıdır…  Bu eğitimin ana dayanak ve kaynaklarından biri de içinde doğup büyüdüğümüz Anadolu kültürünün çoğulcu, hoşgörülü, değişim ve gelişmelerden yana olan gücüdür… Eğitim ve kültür davamız Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi, halkçı temeller üzerinden yükselerek evrensel değer ve estetikle kucaklaşmalıdır. Kısacası, “İstemezük” demek yetmiyor… Okul öncesinden, hatta bebeğin anadan koparak ayrı bir benlik olduğunun ayrımına vardığı dönemlerden başlayarak üniversiteye, doktora, akademik kariyer aşamasına kadar bir seçenek eğitim programı üzerinde tartışmamız, seçenek olarak sunabilmemiz gerekiyor. Müfredat kötüyse, iyisi nasıl olacaktır... Ders kitapları eğitim ve öğretimde ufuk açıcı değilse, doğrusu, güzeli nasıl olacaktır… Yerine seçenek bir örnek, tartışılacak bir yol koymadan yapılan eleştiri, eleştiri sayılmamalıdır. Köy Enstitüleri üzerinden eleştirilerimizi somut veriler üzerine oturtmak, geleceğe yönelik eğitim politikalarında söz sahibi olabilecek seçenek bir program oluşturabilmek için ülkece kafa yorulmalıdır.   Köy Enstitüsü anıtsal geçmişi sevdası, özgür ve aydınlık bir gelecek kaygısı dışında soyut siyasi bir saplantı içinde olmamıştır, olmamalıdır… Her siyasi görüşteki yurtsever, üretici bir tutumdan, emeğe değer vermekten yana, özgür eğitimden yana olan herkes konu üzerinde tartışmaya katılmalı, yürünecek yolun somut adımları bu imece çabası içinde aydınlanmalıdır. 1943 yılına kadar merkezi bir programa sahip olmayan Köy Enstitüleri ülkenin somut koşulları ve Anadolu kültürü ile evrensel bilgi ve estetiği harman ederek nasıl yol almayı başardıysa, günümüzde de aydınlara düşen görev böylesi bir çabaya bir ucundan katılmak olmalıdır. Yalnızca öğretmen yetiştiren okullarda değil, eğitimin tüm alanlarında Köy Enstitüsü kurucu düşüncesi eğitimin temel ilkelerini oluşturmalıdır. Yeniden ve bu anlayışla kurulacak okullar farklı işlevler üstlenmeli, temel eğitim dışındaki uzmanlaşmalara göre farklı adlarla anılmalıdır. Onlarca yıldır yanlış politikalarla gözden çıkarılmış tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması, boşalmış köylerin ve kırsal alanın yeniden donatılması için KÖY ENSTİTÜSÜ adlı okullar mutlaka olmalıdır… Kentsel alanlarda ve köy kent ikilemini ortadan kaldıracak geniş alanlarda, bilimsel araştırmaları önceleyen ÜLKE ENSTİTÜLERİ kurulmalıdır. ÖĞRETMEN ENSTİTÜLERİ, eğitimin farklı aşamaları için yalnızca öğretmen yetiştiren okullar olarak açılmalıdır. Adlar ve kavramlar üzerine takılıp kalmanın anlamı yoktur. Köy Enstitüsü felsefesinde önceden sabitlenmiş, tüm ayrıntıları belli olan bir modele saplanıp kalma anlayışı yer alamaz. Bu nedenle, geleceğin eğitiminden söz ederken, el birliği ile, eğitimin her aşamasını ve her alanını içeren özgür tartışmaların yaşanacağı bir süreçten söz etmeliyiz… Ülkemizin ve insanımızın geleceğinin doğanın korunması, üretim temeline dayalı tarımda teknolojinin kullanımı, özgür tartışma ortamı, iş içinde, yaparak ve yaşayarak öğrenme, öğrencinin diyalojik eğitim içinde etkin bir özne olacağı katılımcı ve demokratik eğitim, geleceğimizin eğitimine temel dayanaklar oluşturmalıdır.  
ALPER AKÇAM / *Yazar, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şube Başkanı alperakcam@gmail.com